Bundan iki sene önce sessizce aramızdan ayrılan, bizleri öksüz bırakan Kazım Koyuncu bir yazıdan fazlasını hak ediyor olsa da elimden başka bir şey gelmiyor. Karadeniz’de yetişen her çocuk gibi müzikle doğmuş, dansla yoğrulmuş Kazım Koyuncu kendisini müziğe, halka ve sevgiye adamıştı. Karadeniz’de uçan kuştan haberi olurdu. Nerede haksızlık var orda, hakkı savunurdu. Konserler yapardı, on binler coşardı. Çok sesli düşüncelerin, çok sesli müziğini dillendirirdi, ne yaptığının farkındaydı. Türkiye Karadeniz ezgilerini, onu popüler malzemeye çeviren Türütlerden, Güloğullarından değil Kazım’dan tanıdı. Yetmedi, Keltlerin McKenniti gibi Lazların Kazım’ı olarak tanıttı dünyaya halkını. İçlerinden çıkan katilleri kabullenmedi. Onun söylediklerini söylemenin, daha sesli söylemenin artık vakti geldi. Kanserle Mücadele
Ölüm nedeni kanserdi. Onu öldüren neden akrabalarını, komşularını, hemşerilerini öldüren nedenle, Karadeniz’i öldüren nedenle aynıydı. 86 Çernobil’inden sonra bir daha belini doğrultamayan bölgenin acıları, bitmek bilmeyen sancıları her cenazede tekrar dilleniyordu. Kazım’ın derdi de işte aynıydı. Ölüm nedeni kanserdi. Acılı Karadeniz’in bağrıydı. Ölmeden önce aylarca tedavi gördü. Konserlerine övünerek kel olarak çıktı. Ondan önce dalgalar kadar gür saçları vardı Kazım’ın. Yavaş yavaş döküldü. Kanserle savaşıyordu, yakışmazdı delikanlıya pes etmek. İlk teşhis konduğunda ise hiç şaşırmamıştı. Çünkü neden hep aynıydı. Kazım kanserdi. Kazım’dan Sonra Türkiye
Pek bir şey değişmedi aslında. Hatta var olanlar da kötüye gitti. Artık daha karışık Türkiye, daha hasta Karadeniz var haber bültenlerinde. Acılar bölgesine, acının kaynağını yapmaya çalışanlarla dolu her yer. Sinop’a nükleer santral yaparak ülkeyi kalkındırmaya çalışıyorlar. Demokrasinin beşiği olduk, insanlar artık birbirini öldürmüyor, kayıt dışı ekonomi bitti, yolsuzluklar tükendi de sanki şimdi sıra nükleerle kalkınmaya geldi. Kazımların yaşaması için bölgeyi başka türlü kalkındırmak gerekiyor. Fındığa çözüm bulunacağına yaraya tuz basar gibi Karadeniz’in ortasına santral hançerlemek, hem de bu tutarsız iklim koşullarının, en çılgın deprem kuşağının olduğu Anadolu’nun çatısına bunu yapmak, en ağır bedellerin faturasını ödemektir. Eğer illaki birinin lafı dolandırmadan anlatması gerekiyorsa mutlaka yeni Kazım’lar çıkacaktır. İşte Gidiyorum
Şair ceketli çocuk, tıpkı şiirinde dediği gibi yaptı. Arkasını bile dönmeden çekti gitti. Geride kalanların ne kadar çabalasa da onun gibi olamayacağını biliyoruz. Onu çok özlüyoruz. Ölümünün ikinci yılında onun mısralarıyla onu anıyorum.
İşte gidiyorum
Bir şey demeden
Arkamı dönmeden
Şikâyet etmeden
Hiçbir şey almadan
Bir şey vermeden
Yol ayrılmış, görmeden gidiyorum
Ne küslük var ne pişmanlık kalbimde
Yürüyorum sanki senin yanında
Sesin uzaklaşır her bir Adımda
Ayak izim kalmadan gidiyorum
Gerdiğin tel kalbimde kırılmadı
Gönül kuşu şarkıdan yorulmadı
Bana kimse sen gibi sarılmadı
Işığımız sönmeden gidiyorum